Hukuku tarafsız ve taviz vermeden uygulamak, toplum için bir rahmettir.
Bir toplumda hak ve hukuk kavramları yaralanırsa, adâlete güven azalırsa, dengeler bozulur, anarşi başkaldırır, sorunlar çoğalır, huzur kaçar.
Hukuk devleti İlâhî ilkelere, kanun devleti ise yönetime hâkim güruhun heva ve hevesine, kısaca keyfiyetine dayalı bir modeldir. Hukuk devletinde yönetim erkini ellerinde bulunduranların, devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan herhangi bir üstünlüğü yoktur. Tüm vatandaşları, Allah’ın kulu görmekten dolayı insanlar arasında ayırım yapmaz. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine aykırı bir yasa üretmez. Yasaların, temel hak ve hürriyetleri esas alması ve Allah’ın rızasına dayanması şarttır. Bu temel felsefeden dolayı, hukuk devleti hak ve adalet ilkesine dayanır.
Hiçbir hukuk devletinde, hiçbir kurum veya kişi silahlı veya güçlü olmaktan dolayı haklı olamaz. Hukukun bir görevi de güce karşı bireyin ve toplumun haklarını korumaktır.
Hukuk kelimesi, Arapça “hak” kelimesinden türemiştir ve kelimenin çoğuludur.
El-Hak, Allah’ın isimlerinin biridir. Dolayısıyla hukuk, Allah’ın hâkimiyetine, hükmüne ve şeriatına dayanan yasaların bütünüdür. Allah’ın hâkimiyetine, hükmüne ve şeriatına dayanmayan yasalara hukuk değil de, kanun denilmesi gerekir. Kanunlarla idare edilen bu yönetim modelinde, kimi ülkelerde askerî bürokrasinin, kimi ülkelerde bir liderin, kimi ülkelerde bir siyasî partinin, demokratik ülkelerde de çoğunluğun diktası şeklinde görülür. Onun için kanun devleti olarak isimlendirilen yönetim modelleri, dünyanın değişik ülkelerinde değişik şekillerde karşımıza çıkar.
Kanun devletinde kanunlar, yöneticilerin rızası üzerine bina edilir. Yöneticiler, meşruiyetlerini, İlâhî hükümlerden almadıkları için, halkla olan ilişkilerini baskıya, korkuya ve güce dayandırırlar. Kanun devletinde egemenlik, ya devlettir, ya ideolojidir ya da nefsî arzulardır. Egemen olan bu güçler, kanunların hem yapıcısı, hem koruyucusu hem de uygulayıcısıdır.
Demokratik devletlerde, nefsîheva ve heveslere sorgulanamayan bir kutsallık verilir.
Bir ülkenin anayasasının, yargı kurumlarının ve kanunların olması, o ülkede adâletin varlığını sağlamaya yetmez.
Laiklik ideolojisini benimsemiş demokratik ülkeler, İslâm’ın adâlet ve hukuk anlayışını tanımamaktadırlar. Bundan dolayı da, her şeyi metalaştıran, parasallaştıran, nefsîhevâ ve heveslerinegöre yönetilmeyi isteyen demokratik bir ülkede haktan, hukuktan ve adâletten bahsetmek mümkün değildir. Ayrıca bu devlet anlayışı, İslâm’ın değerlerini ve kutsallarını tehdit ve tehlike olarak algılayıp düşman ilan eder.
Halkı Müslüman olan, demokratik ülkelerde toplumsal sorunların, kavgaların ve dramların altındaki sebep, nefse dayalı kanunları zorla Müslümanlara uygulamaya kalkmaktır. Bu büyük bir haksızlıktır ve zulümdür.
Kısaca demokratik yönetim modeli, hak ve adâlet ilkesinden uzak kanun devletidir. İslâm Devlet modeli ise, hak ve adâlet merkezli bir hukuk devletidir.
Fakat maalesef günümüzde kavramlar karıştırılarak hukuk ve kanun paralel anlamda kullanılmaktadır.
Hukukun üstünlüğü ilkesi, modern dünyanın, çağdaş değer olarak sunduğu kavramlardan biridir. Bu ilkenin tesis ve geliştirilmesi, batı toplumlarına ve demokrasiye özgüymüş gibi sunulsa bile, bu doğru bir yaklaşım değildir. En gelişmiş durumu İslâm’da dır. Endonezya, Çin, Meksika, Rusya gibi çok farklı yönetim sistemlerde de yeri geldiğinde hukukun üstünlüğüne bağlılıklarını ifade etmektedirler.
Demokrasilerde, toplumların ortak belirleyici özelliği olması açısından “hukukun üstünlüğü” ilkesi teoride önemlidir. Fakat demokrasilerde, bu ilke hangi ölçülerde uygulanmaktadır.
Demokrasinin tarihi derinliklerine baktığımızda da antik Yunan çağındakadınların ve kölelerin hiçbir hak ve özgürlükleri yoktu. Yani efendilerin ve seçkinlerin iktidarına dayalı bir yönetim biçimi hâkimdi. Günümüzün demokratik toplumlarındaki hukuk, seçkinler denilen, büyük sermaye sahipleri, medya patronları, siyasî liderler ve bürokratik güç odaklarının isteğine göre şekillenir. Bunlar, kendi kanunlarını/hukuklarını oluşturmak için, hangi siyasî parti iktidarda olursa olsun, parlamenterler ve hükümetler üzerinde sürekli baskı oluşturup onları yönlendirirler. Kendi menfaatlerine uygun kanunî/hukukî düzenlemeleri yaptırırlar.
Hukukun üstünlüğü ilkesi yerine, böylece “üstünlerin hukuku ”nu oluştururlar.