Yazar Ayşe Yıldız’ın paylaştığı bir teğet dikkatimi çekmişti. Çünkü paylaşımı çok dikkat çekiciydi. Şöyle diyordu yazar hanım “Susa gibi 1 kabristan mı inşa etsek? İsmini "ölü Kenan" koyabiliriz. Yusuf'a hasret giden anne babalar ve zindanda vefat eden Yusuflar için...”
Çok da yerinde bir paylaşım değil mi? Hakikaten de o kadar çoğaldılar ki bu ölümler... Belki de son günlerde en çok zikrettiğimiz cümle... Bir Yusufi daha... ya da Yusuf'a hasret bir şekilde anne-babası...
Kelimeler boğazda düğümleniyor... Ama maalesef elimizden bir şey gelmiyor... Ellerinden bir şey gelenler de bir şey yapmıyor...
Bir hoca anlatıyor; “Sivas’ın bir köyünden Salih adındaki bir meczup (deli) şöyle diyordu; Eğer buradan aldıysanız orada verirsiniz, eğer burada verdiyseniz orada alırsınız. Meczup bu deyip geçmeyelim, hakikatin kendisini anlatıyor. Dünya bu, bu gün hayattayız yarın olmayabiliriz... Haklar alındıysa orada muhakkak verilecektir... Alnı secde gören yetkililere hatırlatmaya lüzum yoktur herhalde...
Zaman değişti, Yusuf’lara hasret olan Yakup’ların gözlerine aklık düşmüyor artık. Tarihte kaldı o aklığın nur simalarda olan gözlerin üzerine düştüğü...
Yusuf’ları olan ciğer parelerinden uzak kalışlarının verdiği hasret acısı gözlerle sınırlı değil artık. Bizatihi kalbe vuracak vaziyettedir dayanılmaz hasretleri...
Artık baba ve anneler Yusufların hazretleri ile baki kabristanlığına doğru yol alıyorlar. Evlat hasreti çeke çeke yüreğinde, kokusuna doyamadıkları gencecik fidanlarının özlemiyle şikayete tek tek gidiyorlar, mahkeme-i Kübra’ya...
Yirmi küsur yıldır zindan-ı Zavira’da olan kaderlerini terk edilmiş durumdadırlar pak yüzlü Yusuflar. Tıpkı zamane mahzun yürekli gönüller gibi Hz. Yusuf’un kardeşleri de onu kuyuya atarlarken babalarına söyleyecekleri yalanı iyice belleyip kurt yedi dediler. İçlerindeki o kibir ve haset o kadar belirginleşmişti ki, Kendileri inanmadığı bir yalana Peygamber olan babalarını inandırmaya çalışıyorlardı.
Biz oyun oynadığımız bir vakitte dalgınlığımıza geldi ve Yusuf’u kutlar yedi dediler o zamanda yaşayan kardeşleri. Yusuf’u kalplerindeki kötü birikintilerine kurban ederek onu gönüllerindeki vicdansız kuyulara atıp Yakup’u da acılarıyla baş başa bıraktılar.
Zaman geçti şahıslar değişti ülkeler değişti ama maalesef Yusufların kardeş(!)lerindeki yürekte bulunan kin ve öfke değişmedi. Yine kardeşleri onu kuyuya atıp ölüme mahkum ettiler. Yine yalan beyanlarla, iftiralarla anne, babadan uzak gurbet diyarlarındaki zindanlara mahkum ettiler. Yusuf’u cezalandırırken Yakup’a düşen pay daha büyüktü kuşkusuz.
Diriler kabri olan zindanların yolunu mesken edinmiş kırık kalpler sahibi Yakup’lar, Yusufların hasretlerini Hak yolunda olduğu için dillerindeki şükür ile muazzam bir şekilde sabrediyorlar. Sonra imdatlarına 1400 yıl önce inen ve müjdeleyen ayet yetişiyor. "Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!" (Ra'd/24)
Hakikaten Türkiye’de adalet niye böyle işliyor? Niye artık adalet tecelli etmiyor? Anlayabilmiş değilim. 28 Şubat 1000 yıl sürecek diyenlere, kısa sürede bitirdik diyenler neyi bitirmişler bilemiyorum. Yine mazlum ve mustazaf olan kişiler aynı acıyı yaşıyor maalesef. Ya adaletin içi boşaltılmış belirli şahıslara çalışıyor. Ya da adalet bir kavram olarak kalmış yurdumuzda. İkisi de facia olarak karşımızda duruyor.
Bilinmiyor mu ki adalet; zengine ve fakire, güçlüye ve zayıfa eşit oranda yaklaşmadığı sürece adalet değildir. Ayrımcı bir yaklaşımın ancak zulüm doğurduğunu izah etmeye gerek var mıdır?...
Adalet: mazlumun hakkını zalimden almadığı ve zalime hak ettiği cezayı vermediği sürece adalet değildir, tüm yetkililere duyuruyorum...
Adaletin kadın isminden ibaret olmadığı demlerin yakın olduğunu görmek duasıyla, selamette kalın...