Kırmızı çizmelerimle vedalaşmaya günler kalmıştı. Atkım, eldivenim, kalın yün kazaklarım uzun bir uykuya dalacaklardı günler sonra. Her gece üşümeyeyim diye omuzlarıma aldığım, kırçıllı, kiremit renkli ve arasına son okuduğum kitabı sakladığım şalım, koltuğun kenarında beklemeyecekti beni artık.
Polar battaniyeler, renkli patikler, kış çayları, geceme eşlik eden bol tarçınlı salebim ve tamam itiraf ediyorum; bazı geceler çayım yalnız kalmasın diye hiç üşenmeden kavurduğum un helvam, ”bir daha ki sene, ya nasip” cümlesine özne olarak rafa kaldırılacaktı. Kışa veda etmenin tarifiydi; sobanın tükenmişlikle karışan, kömürü baskın ve insanın üzerine sinen o is kokusu…
Soğuk hava; alıştıra alıştıra gider gibi, bazı günler son ses, bazı günler sessizce bekliyordu sırasını. Mart; rüzgârlarıyla savururken veda cümlelerini, bulutlarla ağlıyordu giderken. Öyle ya; hep dokunaklıydı vedalar, hep donuk, hep dondurucu soğuklara gebeydi. Bir bakıma kışa veda etmekti Mart… Veda anın her hissini barındıran buruk bir iklim, buz kesen o soğuk yüzü ve gitmek istemeyen yalancı baharları arasında kalmış, İlkbahara cemreler yazan bir mektuptu Mart…
Gündüzlere bir parça daha eklenmiş, gecelerden bir parça kırpılmış kıymetli vaktin, renklerini mevsimine emanet ettiği, penceresini kır çiçeklerine aralayan, erik ağaçlarının çiçekleriyle gülümsediği, papatyaları bile uykusundan uyandıran, kısık sesiyle şiirlerini fısıldadığı, biraz romantik, biraz soğukkanlı, kışın son demi, bazen son kar tanelerini serpiştirdiği gönlü cömert, şefkatli Mart…
Önce kışa ait sisli griler mavilere kavuşur Mart gelince, gökyüzü koyu renkli perdelerini açıp, yeni renklerini giymeye hazırlanır. Türlü türlü çiçeklere ev sahibi olmaya hazırlanır toprak ve yağmurlarla karnını doyurur. Ağaçlar kollarını açar ilkbahara, el sallar filizleriyle, dökülen yapraklar hüzünlerine son verir ve yas tutmayı bırakır kahverengi dallar. Çünkü kucağında; baharı müjdeleyen cemreler saklı Mart, serpiştirir güzelliklerini ve güzellikleriyle boyar dokunduğu her yeri. Güneş gülümserken, yeşillerini giymeye hazırlanan ağaçlar el sallar birer birer, yapraklarının aralarına tokalar takar çiçeklerinden. Güneş buzlarını erittiği dağların yamaçlarını, ışıklarıyla süsler, kur yapar nazlı gelinciklere, yaz gelene kadar serenat eder.
Yüreklerde güller açar, bahara yaklaşırken ve yüreğin adımları olur cemreler… Önce havaya düşer; yüzünü okşar gökyüzünün ve bulutların gülüşleri dâvet eder güneşi, sıcaklığıyla selâmlar, ısıtır her yeri. Sonra; suya düşer gökyüzünden, denize ilân-ı aşk eder, sıcaklığını bulaştırıp da, dalgaların sesinden baharı müjdeler.
Toprağa dokunur en son, kurak yerlere ikram eder bereketini ve çiçeklerle süsler dokunduğu her yeri. Ah şefkatli cemreler, tabiata düşen birer tebessüm gibi, güldürür güzellikleri gören yüzleri. Bir de gönle düşer, dokunur nasiplenenlerin hislerine, adı sevgi olur da; ısıtır buz tutmuş yürekleri. Var edenin hatırıyla sevdirir, gözlerin gördüğü her şeyi. Nefret bilmez, kin tutmaz yüreklere özne olur cemresi.
Dile düşer sonra; sevgiye dair her söz dökülür bir bir her şeye” seni seviyorum” demek ister, sevginin sahibinin “Ya Vedud” isminden, maya çalınmış hisleriyle. Affetmeyi bilir dil, özür dilemekten korkmadığı gibi, kalp kırmaktan çekinip de, vicdanın sesini açar sonuna kadar. Kendini bahara teslim eden Mart gibi, bırakır yüreğini Rabbinin ikram ettiği cemrelerine… Mevsimi olmaz yüreğin deme; kalplerini kötülüklerinden arındıramamış, her dem kara kışa esir olan gönüller bilseydi cemreleri, çiçekler açmaz olur muydu hiç dillerinde…