Batının arzu ettiği böylesi yanlış tanımlamalardan sakınmamız gerekir. Batının oluşturmaya çalıştığı şey de tam olarak budur. İslam Peygamberini toplumlar arası bir sürtüşme sebebi kılmak ve Müslüman toplumu ile batı toplumunu bunun üzerinden karşı karşıya getirmek suretiyle kendi toplumlarını İslam peygamberinden uzak tutmak hatta onun nefretini kendi genç nesillerinin kalbine ekmek suretiyle İslam’dan uzak tutmaya çalışmaktır!
Bu yanlış anlayış veya bilinçli bir şekilde oluşturulmak isten bu ‘algı’ şu ayet ile boşa çıkartılmıştır: (Ey Muhammed!) “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya 21/107” Yani; “Yâ Muhammed, rahmetimizin ve merhametimizin gereği, biz seni kesinlikle bütün âlemlerin, insanların ve cinlerin, varlıkların tamamının hayrına, haklarının korunması için özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere, rahmet peygamberi olarak görevlendirip gönderdik.”
Bu bağlamda değerlendirildiğinde İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) sadece biz Müslümanların peygamberi değildir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) elbette ki sadece biz müslümanların peygamberi değildir! Nasıl ki İslam Peygamberi sadece müslümanların peygamberi değildir, onun ümmeti de sadece kendinden sorumlu değildir. O halde biz müslümanlar da sadece kendimize, bizden olana değil herkese ve her kesime hitap etmek zorundayız.
Biz Müslümanlara düşen peygamberimizin tüm insanlığa hatta âlemlere gönderilmiş olan bir rahmet peygamberi olduğu hakikatini bilmek, bundan ders almak, gür ve yüksek sesle dillendirmek ve onun o şefkat ve merhametini hayatımızda yaşatarak bizden olmayanlara da göstermek olacaktır.
Kara Propaganda İle Karartma Girişimi
Batının taptığı materyalist ve ‘hümanist’ algı, etrafında toplanacak ve kenetlenecek hiçbir ahlaki değer yargı bırakmadığı gibi toplumları ayakta tutan en önemli birim sayılan aile bağını da bitiren, sorumsuz, başıboş, tabiri caizse nerde ne zaman ve kime patlayacağı belli olmayan serseri kurşun misali bir nesli de oluşturdu.
Artık maddeyle her şeyi denedikleri halde ruhi boşluğu dolduramayan bu neslin önünde durmak, onları tatmin etmek ve onları yönetmek zordur! Böylesi bir çıkmazın içinde olan batı, oluşturduğu bu gediği kapatmak için çatışma metodunu devreye koymuştur. Kendi içinde yaşadığı bu çıkmazı bu yolla aşmak, kendi toplumunu bununla biraz daha oyalamak ve elinde tutmayı başarmak için İslam’a ve coğrafyasına türlü yollarla saldırmaktadır.
Bu yollardan en önemlisi de kara propaganda ve iftiradır. Ve ‘çıkarını’ hiçbir değere değişmeyen batı, bu yolu pervasızca kullanmaktadır. Onlar, onlara yakışanı yapmaktalar ya bizler?
Eskiden olduğu gibi artık ilim, bilim, kültür-sanat ve manevi bir ahlak ile donanmış bir biçimde akın akın gelen İslam gençliğine karşı, mevcut gençliğiyle karşı duramayacağını anlayan batıyı bir korku sarmış durumda.
Dünyadaki güç dengesi sürekli değişir. Bu, sosyal bir gerçekliktir. Bir zamanlar yaşamın her safhasında doğuya bağımlı olan batı, epey bir zamandır doğuyu kendine hayran bırakmayı başarmıştır.
Dünyayı elinin tersiyle iten bir Peygamberin dünyevileşen Ümmeti
Peygamberliğin ilk yıllarıdır. Mekkeli müşrikler peygamberi durdurmak adına türlü çareler aramaktadırlar. Davasını terk etmesi için makam-mevki hatta Mekke’nin reisliğini, servet, arzu ettiği kadar güzel ve soylu kızlarla evlendirmeyi teklif ettiklerinde O bu önerileri hiç düşünmeden reddetmiş ve “güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz yine de bu davadan vazgeçmeyeceğim. Ya bu uğurda öleceğim ya da bu davayı hâkim kılacağım” demiştir.
Peygamberimiz dünyaya ve dünya malına bizden farklı bakardı. Bir gün Uhud dağını gösterdi; “bu dağ altın olsa, altınlar benim olsa hepsini üç gün içinde Allah’ın kullarına dağıtırdım” dedi. Ona göre dünya, Allah’ın rızâsını kazandırdığı, dünya malı, Allah yolunda harcandığı zaman bir kıymet ifade ederdi.
Bir gün Uhud dağını gösterdi; “bu dağ altın olsa, altınlar benim olsa hepsini üç gün içinde Allah’ın kullarına dağıtırdım” dedi. Ona göre dünya, Allah’ın rızâsını kazandırdığı, dünya malı, Allah yolunda harcandığı zaman bir kıymet ifade ederdi.
İşte tam da bu günlerde, bu dengenin yeniden yer değişmesinden korkan batı, bunu engellemek için türlü yollara başvurmaktadır. Bana göre batı, doğuyu ancak ve ancak dünyevileştirerek alt edebileceğini bildiği için genellikle bu yola başvurmakta ve kısmen de olsa sonuç da almaktadır. Batının dünyevileşmesi anlaşılabilir fakat Risaletin menba’ı ve en önemlisi de vahyin son halkası Kur’an’nın nüzul yeri ve Peygamberinin doğup büyüdüğü coğrafya olan doğunun dünyevileşmesinin anlaşılır bir yanı ve açıklaması yoktur…