Yatağa mahkum olunca anlaşılan değerlerin ehemmiyetsiz oluşuna gülümsüyordum.
Bir hastane odasının camından ağaçlara baktınız mı ? O zaman ağaçlarının dilinden dökülen Rüzgarlara karışıp, uçup giden, nota dizelerinden bir beste yapabilirsiniz. Ve o dizelerden çıkan sözler hayatınızın en anlamsız cümlelerinden oluşmayan, bir güfte olarak kalır.
Kaybetmeden görülmeyen gerçekler ile yüzleşmenin faturası...daima tuzlu hesap misali olurdu. Oysa, hayatı yaşamak için geldiğimiz bu dünya aleminde…
Neden hüzün güzlerine misafir ediyorduk ki!? Halbuki karanlıklardan çıkıp gelişimize Gülücükler serpmiştik. İlk anlarımızda...hayatın belki de ne olduğunu bilmediğimizden di! Kim bilir! istenmeyen bir nefes olmuştuk. Göğüs kafesimizi acıtan hava ile tanıştığımız zamanda. Her bedenin taşıyacağı belli ağırlık var ise...
Ruhlarında, elbette ki vardır. Maddi bir ağırlığı bırakıp kurtulmak mümkün olurda!! Ruhuna yüklenmiş, onca külfetlerin altından kalkmanın bir hesabı olmazmış. Yaşanmışlıkların masalını dinlemek istemez isen... "Ben, yaşamalıyım ki, anlatılan portrenin çizgilerine, imzam atılsın" demenin bedelini, o vakit hesap etmelisin... Her bir işin ücret farkı ödenir. Mutlaka da... Ama ödenmelidir. Maddi bedel mi? Manevi olan bedel mi yorar varlıkları!? Bu misal soruların, farklı nefeslerin, bukalemun cevaplarını duymaktan dudak kıvrımlarınıza tozlar düşer.
Maddeci ve ya maneviyatçı toplum olmaktan bir iğne boyu yol alamamış olmanın sancıları ile yaşamayı bizler gönüllü olarak seçmedik mi? Sonunda işin içinden çıkamayınca; "aha da kandırıldık" demeyi de sevdik. Kanmak !!! Ya da isteyerek inanmak. Yalana, dolandırılmaya en çokta olmayan yürekteki sevdalara...
Madem sevda yoktu, neden gözyaşları yanaklara misafir oluyordu ki? Canın acımasına hangi morfin iyi gelebilirdi ... Ya da hangi rüzgar kalbin içindeki cam kırıntılarının kanattığı yaraya serinlik estire bilirdi ki? Bazen cevabını bildiğimiz imkansız kelimeleri sormaktan bitap düşeriz de...
Yine de sevdalı gözler, bir didarın dilinden düşecek harflere muhtaç kalabiliyordu. Harflerin anlatmadığı kelimeleri kurabiliyorsa diliniz? O zaman sevmişsinizdir. Neyi Neden Ya da niçinlere bakmadan. Anlamı olmayan yüklemi cümlenin sonuna koymadan. Hayatı sevmenin adını, ellerin yazacağı değil, ilahi aşkın nağmelerinde bulan kalem yazmaktadır. İlahi sevda olmaz ise yağan yağmur ıslatır iliklerinizi Saçlarınız sırıl sıklam olur. Elleriniz buz keser. Moraran dudaklarınız, titrerken üşüyen bedeniniz midir ? Ruhunuz artık donmaktadır. Güneş; ısıtmak için doğmaz ki dünyana sadece ;"bak etrafındaki karanlıkları aldım.
Şimdi ya gör, ya sev ya da..." Der gibi yayar ışıklarını ruhuna. Yorulmuş bir beden, yorulmuş bir yürekte yaşayamazdı. Mamafih, sevda ilacının son kullanma zamanı yazmamaktaydı. Baki aleme giderken, dönüp te baktığın hayat aynasında tek görebileceğin "Nefesini bahşedene aşk" adlı romanın son sayfasına koyduğun nokta, yüzündeki tebessüm olmalıydı. Her şeyimi bana sunan tek sevdama yürümenin heyecanıyla...
Bir ömür ağlamadan olmazdı ya, belki de bundan hep sevdim geriye benden kalacak soluk resimlerde, gülen bir nebahata bakan gözlerin ışıldısının toprağıma rahmet ile yansıyacağını düşünürken. Ona isyansız bir yürek ile gidemezdim. İsyanım ;"sevmenin bedelini ruhumun öderken yine de çok sevmesiydi. Hayatı sevmek için yaşamayalım. Yüreğimiz için hayatı sevelim. Zaman anlatılmayacak kadar uzun Bir nefes kadar kısa yazılmış iken kaderimize... Toprağın kokusunu, beyaz patiskaya bulaşmış çamurdan hissetmemeliydim. Çam ağaçlarının altında oturuşum elimdeki kitabın sayfalarına akıttığın gözyaşlarımdan oluşan Bir tesellim olmamalıydı.
Kıyamda durmanın rûküya eğilişin, sadetini... secdeye kapanan, nurani aydınlığa dalışım olmalıydı. Ağrılarıma merhaba demeden evvel... Kaybetmeden önce kazanmanın Hazzını yaşatmalıydım Ölümsüzlüğe tek inanan ruhuma. Hayatımın tek nedameti, seni yazmak oldu. Bari okuyabilseydin. Aynı dili konuşamayanlar, aynı hikayenin kahramanları olamazlardı. Biri sevmeği diğeri... Artık, benim için ağaçlar farklıydı. Bunu anlamam için gereken bedeli ödemiştim. Buğulu camları ellerim ile silmiştim. Berlin’in, ara sokaklarının penceresinden gördüğüm sıralanmış , Mart ayına yenik düşmüş şecereler ne kadar da cılız kalmışlardı.? Kış mevsimine yenilmişlerdi. Tıpkı benim gibi... Sevgilerimle…