-Hani İbrahim “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Allah, “Yoksa buna inanmıyor musun?” deyince İbrahim, “Elbette inanıyorum. Fakat kalbim kesin kanaat getirsin -mutmain olsun- diye bunu görmek istedim ” dedi.
Bunun üzerine Allah buyurdu ki, “Öyleyse 4 kuş tut, onları kendine alıştır –incele, sonra kes ve parçalarını farklı dağların başına koy ve sonra onları çağır! Koşarak sana geleceklerdir.
İyi bil ki Allah, üstün, mutlak galip ve hikmet sahibidir. -El Bakara: 260-
Bu ayetten neler anlıyoruz ve çıkarabileceğimiz dersler:
Gerçekleri algılamanın farklı aşamaları vardır.
1 – İlmel yakin: İlmi olarak, haber ve okuyarak öğrenilen gerçekler…
2 – Aynel Yakin: Görerek öğrenilen gerçekler…
3 – Hakkel yakin: Her şeyi ile bilmek, vakıf olmak: yaşamak… İle bilinen gerçekler.
Hakkel yakin, her şeyi tüm hakikatıyla bilmek biz insanoğluna aşar ama ilmen bildiğimiz ve inandığımız gerçekleri görmek de her insanın arzuladığı ve merak ettiği bir gerçektir.
Bazen aklın kabullendiği bir gerçeğe karşı kalp mutmain olmayabiliyor. Mesela akıl, ölen birinin sana zarar veremeyeceğine inanıyor; ama kalp bundan mutmain değil ve ölü biriyle yalnız kalmaya tahammül göstermiyor. Ve hayatın gerçeğinde de özellikle geceleri mezarlıklardan geçilmekten çekiniliyor.
İşte insan hem aklının, hem kalbinin mutmain olmasını istemektedir. Ve özellikle tekrar dirilme ve ahiret hayatı, her zaman için insanların merak konusu olmuştur. Hz. İbrahim bir Peygamber olduğu halde, yine de kalbinin mutmain olması için Allah’ın tekrar yaratma kudretini gözleriyle görmek istemiştir. Yani ilmi olarak inandığı ve inancında hiçbir tereddüt olmadığı halde, gözleriyle görerek olaya şahit olmak istemiştir.
Bu ayette ve bir önceki 259. Ayette, ıssız ve viraneye dönmüş bir kasabaya uğrayan adamın ve Ashab-ı Kehf’in döneminde de Allah (cc), insanların bu merak ve şüphelerini gösterdiği mucizelerle gidermiştir.
İman, akıl ve gönül işidir. Akıl ve gönül tatmin olmadan, iman harekete geçmez. Akıllı! Okumuş, profesör olmuş birçok insanın iman etmemesi, gönüllerinin başka şeylere bağlı ve meyletmesindendir.
Hz. İbrahim ve Hz. Musa Peygamber oldukları halde, Allah’ın kudretine şahit olmak istediler. Biz de bizim gibi insanların şüphe ve tereddütlerini gayet sakin ve olgunlukla karşılamalıyız. Hakaret ve iftira içermedikçe, insanlar çok rahat duygu ve düşüncelerini bizimle paylaşabilmelidirler. “Ben Allah’a inanmıyorum” sözü, bizi üzer ama bizi asla öfkelendirmemelidir. Bu insanların samimi duyguları münafık ve iftiracıların tavırlarından çok daha değerlidir.
Bize düşen, bir öğretmen, bir doktor gibi böylelerine yardımcı olmak: İlmi ve akli delillerle onları ikna edebilmektir. Ve ilmel yakinden aynel yakine ulaşabilmek hepimizin arzusudur. Ama öncelikle taklidi İmandan, tahkiki imana ulaşmaya gayret etmemiz gerekmektedir.
Unutmayalım! Akıl ve kalp ikna olmadan İman harekete geçmez ve fayda vermez. Yanlış bir insanın doğru bir sözüyle bitirelim. “İnsan, inandığı kadar davasına yardımda bulunur”…