1959 yılından beri gündemden hiç düşmeyen bir konu Avrupa Birliği.
Hem hükümetler olarak hem de ilgili sivil toplum örgütleri olarak 58 yıldır AB’nin kapısında sızlandık durduk. Bizleri kapısında bekletirken de, oyalarken de şahsiyetimizi incitiyorlardı ve gururumuzu kırmaya çalışıyorlardı. Bütün dayatmalarını ve isteklerini yerine getirttirmekteydiler. Bu olumsuzluklara rağmen yine de bu birliğe girmek istiyorduk.
Gerçekçi bir yaklaşımla baktığımızda AB’nin bir Hristiyan Kulübü olduğunu görürüz. Her iki taraftan da baktığımızda, haklı olarak ortak paydaların çok az olduğu görülür. Ne inançlarımızda, ne kültürümüzde, ne milli gelirimizde ne ekonomik dengelerde, ne de nüfusumuzda bir denklik var.
AKP iktidarının Türkiye’de, AB sopasını kullanarak bir takım kurumları disipline etmesi ve dizginleri ele alması açısından önemli bir mazereti vardı. Ama geçen 15 sene zarfında köprünün altından birçok sular geçti. Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünya siyasetinde taşlar yerinden oynadı, dengeler yeniden kuruluyor. Türkiye’de ekonomide çok önemli adımlar atıldı, Avrupa’nın haksız ve yanlı tutumlarına itiraz edebiliyoruz. Dayatmalarına ve örselemelerine anında cevap verebiliyoruz. Bu arada AB’ye sevdalı kesimlerimiz AB’nin bize karşı uyguladığı politikalarla görmeyen gözleri görür oldu, duymayan kulakları duyar oldu, artık gıkları bile çıkmıyor.
Bunlardan dolayı psikolojisi bozulan AB öfkeleniyor, sinirleniyor ve cinnet geçiriyor. İkide bir moralini ve hesaplarını alt üst eden Türkiye’ye karşı isabetsiz ve zararlı kararlar alıyorlar. Zaten kendi içerisindeki dağılma sürecinin başlaması ve birliğe karşı çatlak seslerin yükselmesi sorunlarını yaşarken Türkiye’nin AB’ye karşı değişen politikası da bunların üzerine tuz biber oluyor.
15 Temmuz darbe girişiminden sonraki gelişen olaylarla, AB ile aramızdaki ilişkiler karşılıklı olarak restleşmeye kadar varmıştı.
Peki, şimdi ne oldu da, başta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı, her türlü olumsuzluğa karşı AB sürecini sürdürmekte kararlıyız diyorlar. Türkiye olarak birlikten çekilme sürecinde değiliz diyorlar.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yaptığı konuşmada “Üye olmak için 1963 yılından bugüne AB’nin kapısında bekleyen ikinci bir ülke var mı? Yok. Yol yürürken oyun içinde kural üstüne kural değiştiren ve kendi aleyhine pek çok içtihat oluşturan ikinci bir ülke de yok. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye, AB sürecinden vazgeçmedi.” diyor.
Söylediklerinin hepsi doğru. Bundan anlaşılmıyor mu? Seni AB’ye almayacaklar a l m a y a c a k l a r. Seni hep kapıda bekletip örseledikçe örselemeye çalışacaklar. Terörü besleyip seni yok etmeye çalışacaklar. Bakanına bile söz hakkı vermiyorlar.
Peki, bir ülke kendisini yok etmek isteyen bir birliğe girmek ister mi?
Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ konuşmasına devam ediyor. “Biz şunu biliyoruz ki Türkiye AB’ye güç katacak ve AB üyesi olması halinde de buradan güç kazanacaktır.”
Peki, buna ne diyelim? Bir ülke kendisine düşmanlık besleyen bir birliğe güç katmak ister mi? Birliğin üye ülkelerinden bir kısmı zarar verdi diye ayrılan ve ayrılmak isteyenler var. AB’nin faydasından çok zarar gördüğünü dile getiren ülkeler var. Biz nasıl kazançlı çıkacağız?
Bu tutum ısrarcılıktan öte bir durumdur. Koskoca bir ülkenin insanları için onur kırıcıdır, rencide edici bir davranıştır.
Sayın hükümet yetkilileri; AB’ye bir rest çekiyorsunuz, bir de her türlü olumsuzluğa rağmen süreci sürdürmekte kararlıyız diyorsunuz.
Madem karar veremediniz, bir de Kur’an-ı Kerim’e bakın bu hususta ne buyuruyor:
“Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar asla senden razı olmazlar." (El Bakara, 2/120)