Son yıllarda toplumun dinamiklerinden olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları (STK’lar), meslek odaları ve sendikalar her olay ve sorun karşısında ön plana çıkıyor. Bunlar devlet organı dışında toplumun sesi ve nefesi olma işlevi görüyorlar.
Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri, resmi kurumların dışında kalan ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki, ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri oda sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır. (1)
Ancak sivil, halkın ve toplumun sesi olması gereken STK’lar, meslek odaları, sendikalar ve demokratik-sivil meşru siyaset ve tercihin sonucu olması gereken siyasi partilerin ne kadar sivil ve bağımsız hareket ettiklerini sorgulamak lazım.
Sivil toplum ve sivil siyaset denilince devlet ve başka silahlı unsurların vesayet ve tasallutu dışında olan kurumlar akla gelir. Ancak Siyasi parti ve STK’ların geneline baktığımızda sivil siyasetin ve sivil toplumun sesi olmaktan çok başka güçlerin arka bahçesi gibi hareket ettiklerini görürüz. Kimisi devletten veya siyasi iktidardan “destek” ve “paye” aldığı için kendisine biçilen rolü yerine getirmekten başka bir amaç gütmez. Kimisi de yerel iktidarın siyasi ve ideolojik emellerini yerine getirmek için çabalar. Kimisi de dar ideolojik kalıplar ve tarafgirlik dışına çıkamaz. Halkın ve toplumun menfaat ve faydası için çalışması gereken bu yapılar maalesef üzerlerinde olan vesayet, tahakküm ve tasalluttan kurtulamadıkları için hiçbir zaman sivil ve bağımsız olarak hareket edemezler.
Şimdi siyasi parti, oda, sendika ve STK’ların toplumda yaşanan haksızlık karşısında adım atmak durumunda kaldıkları zaman haksızlığa karşı çıkmak yerine hemen haksızlığı yapan ve haksızlığa uğrayan kesimlerin kimliklerine ve düşüncelerine bakıp ona göre pozisyon aldıklarını görürüz. Eğer kendi taraftarlarının veya vesayeti altında bulundukları kesimler bu zulmü yapmışsa ya sessiz kalırlar ya da olayı savunmak için olmadık gerekçeler uydurmaya çalışırlar. Devletin veya siyasi iktidarın kurumlarından gelen bir baskı ve zulüm karşısında ortalığı ayağa kaldıranlar, bölgemizdeki yerel iktidar veya etkisinde oldukları siyasi ve silahlı yapıdan kaynaklanan hukuksuzluklar karşısında kör, sağır ve lâl kesilirler.
Ayrıca bu partiler ve sivil kuruluşların kendi içinde yaptıkları seçimin ne kadar demokratik (ben meşruiyet demeyi tercih ediyorum) ve bağımsız olduğu sorgulanmalıdır. Bir bakıyorsunuz bazı STK’larda başta olan kişiler bir anda görevden alınıyor ve yeni kadrolar geliyor. Bu olaydan o derneğe veya partiye gönül vermiş kişilerin bırakın karar vermelerini ve dahilleri olmaları, haberleri bile bundan olmuyor. Çünkü onların yerine başkaları karar veriyor ve kadroları görevden alıyor veya atama yapıyor.
Yakında seçim sathı mahalline gireceğiz. Ortaya çıkan aday adaylarının yaptıklarına ve harcamalarına şaşıyorum doğrusu. Hangi parti tabanının sesine kulak veriyor ki. Geçmişte ön seçim veya teamül yoklaması yapıyoruz diyen partilerin bu sonuçları çöpe atarak lider veya bağlı oldukları güçlerin listelerinin kabul edildiğini hepimiz biliyoruz. Kendi parti ve STK’ları içinde meşruiyet sağlamayanların halka ve topluma meşruiyet zemininde yaklaşacakları nasıl beklenebilir. Bir partinin aldığı kararda o partinin milletvekilleri ve yöneticileri alınan kararı hariçten, genelde de medyadan duyuyorsa burada özgür ve bağımsız meşruiyetten söz edilebilir mi?
Peki ya STK’lar için durum farklı mı? Alınan kararlar ve yapılması gerekenler bağlı oldukları hakim güçler tarafından kendilerine dikte ediliyor ve yerine getiriliyor. Başkan ve yönetimde olanlar da vitrin olarak görünmekten öte bir anlam ifade etmiyorlar maalesef.
Bazı STK, oda ve sendikalar da kişisel maddi ve siyasi menfaatler ve sıçrama tahtası olarak kullanılır. Bunların örneklerini sıkça görüyoruz.
Bunları söylerken Nasrettin Hoca’nın deyimiyle; çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi de kendimize batırmasını bilmeliyiz. Yani başkalarını eleştirirken kendimizi de eleştirmesini bilmeliyiz. Bu anlamda mensubu olduğumuz basın kuruluşları yukarıda saydığımız durumlardan vakıa’dan çok farklı bir tablo bize vermiyor. Basın mensuplarının haklarını korumak amacıyla kurulan cemiyetler maalesef “küçük olsun benim olsun” mantığıyla başkan ve şakşakçısı olan kişilerin menfaat ve sıçrama tahtası olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. İşsiz kalan ve zor durumda olan basın mensupları için hiçbir adım atmayan bunlar, söz konusu kendileri ve kendi menfaatleri olunca ne de mahir olabiliyorlar. Cemiyet ve dernekleri kendi kişisel çiftliklerine dönüştürüp sefa sürmeye çalışıyorlar.
Değerli dostlar!
Yazdıklarımdan kimse alınmasın. Ben toplumumuzda olan ama pek kimsenin dillendirmeye cesaret edemediği durumlara açıklık getirdim. Yazdıklarımdan bütün parti, STK, meslek odaları ve sendikaların böyle olduğu anlaşılmasın. Tabi ki bunu söylemek yanlıştır. Böyle bir kastımda yoktur. Ancak böyle olmadıklarına inanan parti, STK, meslek odaları ve sendikaların her şeyden önce toplum önünde faaliyet ve açıklamalarıyla bunu ortaya koymaları gerekir. Yoksa kurumun isminde “hukuk, adalet, demokrasi” vb. ifadeler geçmesi bunların böyle olduklarını göstermiyor.
Son olarak Ziya Paşa’nın, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü hatırlatmak istiyorum…
Selam ve dua ile…
Dipnot:
(1): Vikipedi, özgür ansiklopedi.